Sen kimsin? Yabanıl bir varlık. Susuz bir çiçek. Cana aç bir toprak. Sessizliğin ılık bir deniz, sözcüklerin doğal bir ahenk. Bir şiir, şarkı ya da daha adı konmamış bir başka anlam. Peki ya sen, başka biri olmak istedin mi? Bunu düşünüp farklı bir bedende uyanmayı, yeşilken kahverengi gözlerle hayata bakmayı istedin mi?
Bunların hepsini bir kenara bırakıp hayatına bir yazarı, şairi, ressamı ya da herhangi bir daldan herhangi bir sanatçıyı dahil ettin mi? Ruhunun onunla yürümesine izin verip, onun sana armağan ettiği gözlerden bakmayı denedin mi? O olmak değil yani taklit etmekten bahsetmiyorum. Kendini, duygularını, renklerini ve aklına gelecek her şeyi sanatta bulmak ne güzeldir…
Yirminci yüzyılın usta şairinin dizelerine dalıyor gözlerim. Sözlerim onun kelimeleriyle karışıyor. Pablo Neruda ile yaşamak ne güzelmiş. Önce aşkı tadıyorum, en yüce duyguyu kadına armağan ediyor. Kadın inananların cennetindeki ana, inanmayanların doğasındaki toprak, gücü var eden, hayatı yokuştan kurtaran bir varlık onun için. Kadın eşsiz, sade, duygu dolu, asil ve yoktan var eden uçsuz bucaksız bir beden.
Asıl adı Ricardo Eliezer Neftalí Reyes Basoalto olan şair 1904 yılında Şili’de doğuyor ve yine aynı yerde 1973 yılında hayata gözlerini yumuyor. Onun yokluğunda neleri, hangi dizelerde doğmamış anlamları kaybettik bilemiyorum. Ancak varlığı ile asırlar boyu bizlere şiirleri ile uzun bekleyişlerin ardından bize nefes aldırdığı unutulamaz bir gerçek. Aşkı anlatırken önce heyecandan bahsediyor daha sonra melankoli alıyor yerini. Nasıl da güzel onun gözlerinde aşka ait olmak.
“Bir gemiden gökyüzü. Tarlalar tepelerden.
Anıların ışıktır, dumandır, durgun sudur!
Alacakaranlıklar yanardı gözlerinde
Dolanırdı içinde güz yaprakları, kuru.”
Doğa ile buluşuyor kadın. Su oluyor güneş oluyor yılmadan çalışan bir çiftçi gibi ekinine odaklanıyor ve sevda en yüce olana ulaşıyor. Bir başkasının ruhuna, enerjisine, varlığına. Unutulan, köşede kalmış bir kapıyı aralıyor okuyucusuna, sevgi ile buluşmasını sağlıyor.
Neruda’dan bahsederken Nazım Hikmet ile tanışmasından bahsetmemek olmaz. Moskova’da Türk büyük şairi Hikmet ile kesişiyor yolu. Onun gözünden yaşamı, politik sebeplerden maruz kaldığı cezaları, işkenceleri ve sürgünü dinliyor. Vatan hasreti ağır basıyor Hikmet’in mücadelesini bitirmiyor, yüzünde her daim parlak bir ışık, sonsuz bir umut var. Nazım ölünce şu dizeler dökülüyor kaleminden;
“Niçin öldün Nazım?
Ne yaparız şimdi biz
Şarkılarından yoksun?
Nerede buluruz başka bir pınar ki?
Onda bizi karşıladığın gülümseme olsun?
Seninki gibi ateşle su karışık
Acıyla sevinç dolu,
Gerçeğe çağıran bakışı nerde bulalım?”
Ve devam ediyor;
“Kardeşim,
Öyle derin duygular, düşünceler yarattın ki bende,
Denizden esen acı rüzgâr
Kapacak olsa bunları
Bulut gibi, yaprak gibi sürüklenir,
Yaşarken seçtiğim
Ve ölümden sonra sana barınak olan
Oraya, uzak toprağa düşerler.”
Ölümü hatırlamalı insan, yaşarken mutlu olmayı, sevgiyi kucaklamayı biraz daha fazla gülebilmeyi. Nazım Hikmet gibi umutla Pablo Neruda gibi aşkla.
Aşka dönersek eğer, Neruda’dan öğreneceğimiz çok fazla şey olduğunu söyleyebilirim. Kadının ruhu incedir, ya da sevilmeyi hak eder gibi klasik cümleler ile yazımı sonlandırmak istemiyorum. Herkes sevgiyi tatmalı. Denizin güneşle kavuşması gibi ya da yolda yürürken ilkbahar çiçeklerini izlemek gibidir aşk. Karşı cinse duyduğun bir duygu, düşünce bütünü değildir sadece, yaprağı koklamaktır, kedinin doğa ile uyumunu izlemektir, kuşları uçarken hayal etmektir. Bir insanı sevmek sadece insan olarak değil nefes alarak gökyüzünü görmektir. Neşeyi dudaklarına tatlı bir tebessüm ile yansıtmak ya da ağlarken göz yaşlarını renklerle buluşturmaktır. Yağmurdan sonra çıkan gökkuşağı, yorgun bir günden sonra çalan şarkı, korkarken esen rüzgardır.
Aşk tek başına birine ait değildir. Neruda hislerini varlığı ile birleştirir. Unutmamalı sevmek için geç kalmadık, düştüğümüz her yolda sevilecek bir ruh vardır. Ona ulaşmak için nefes alamaya devam edelim. Kim olduğumuzu unutmadan, geçmişi geride bırakıp ana odaklanalım.
Bitirmeden Neruda’dan en bilindik dizeleri de eklemek isterim.
“Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
Yazabilirim örneğin; “Gece yıldızla dolu
ve yıldızlar masmavi titreşiyor uzakta`
Şarkı söyleyip esiyor gece rüzgârı.
Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim…
Sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara
Buna benzer gecelerde sarıldım kollarımla
Defalarca öptüm onu sonsuz göğün altında
Sevdi beni o, ben de onu sevdim bir ara
O koca, masum gözler sevilmez miydi ama?
Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
Onu tutamadığımı, kaybettiğimi düşünmek
Dinlemek uçsuz bucaksız geceyi, onsuz daha tenha kalan
Ve şiir… Çime düşen çiy gibi düşer cana.
Ne çıkar sevdam onu tutamadıysa…
Gece yıldızla dolu ve yanımda değil o…
Hepsi bu…”
Bize saygı duymak öğretildi, bugünden sonra sevmeyi öğrenelim. Hala geç kalmamışken.