
Hepimizin kendimizi keşfetmekte geç kaldığımızı düşündüğü anlar olmuştur. Bu duygu; okuduğunuz bölümden keyif almadığınızda, işinizin sizi tatmin etmediğini fark ettiğinizde ya da yeni bir hobinin size hitap etmediğini hissettiğinizde ortaya çıkabilir. Umutsuzluğa ve hayatlarından zevk alıyor gibi gözüken yaşıtlarını yakalayamama hissine de yol açabilir. “ ‘Yetişemeyeceğim’ diye düşünmeye başladım. Neye yetişemeyecektim ? Bunu kendim de bilmiyordum.” diyerek göstermiş bu düşüncenin çoğu insanı takip ettiğini Leonid Andreyev, Şeytan’ın Günlüğü adlı kitabında. Sahiden, neyi yakalamaya çalışıyoruz ? Neye veya kime yetişiyoruz ?
Bu “yakalayamama hissi” uzun süre benim de kafamı kurcaladı. Daha iki sene öncesine kadar kendimi keşfetmek için geç kaldığımı düşünürdüm. “Doğru bölümü seçtim mi ?”,”Geç mi kaldım bir şeyleri değiştirmek için ?” gibi sorular kafamı sürekli kurcalardı. Ama bu soruların ve kaygılarımın giderek azalmasını sağlayan iki önemli farkındalığım oldu:
- Herkesin yolunun farklı olduğu gerçeği.
- Bir şeyin olacaksa, zamanı geldiğinde mutlaka gerçekleşeceği düşüncesi.
Farklı yollar ve hızlar
İlk farkındalığım üzerinden konuşalım biraz. A kişisi 20 yaşında sevdiği işi bulmuş olsun, B kişisi ise 50 yaşında başlamış olsun sevdiği şeyi yapmaya, belki de bir gitarı çalmaya. Çoğu insan B’nin geç kalmış olduğunu düşünebilir. Ama B nereye geç kaldı ? Hiçbir yere. Kime yetişmeye çalışıyor ? Kimseye. Çünkü onun yolu A’nınkinden ve diğer herkesinkinden farklı. Yolundaki taşlar, çiçekler, kuşlar farklı. Nehirleri farklı akıyor onun yolunda. Yetişmesi gereken kimse ve hiçbir yer yok; kendi hızında ilerliyor. Tek yapması gereken ilerlemeye devam etmek.
Gelecek Zamanın Belirsizliği
İkinci farkındalığım ise bazı şeylerin zamanını bizim belirleyemeyeceğimiz ama zamanı geldiğinde mutlaka gerçekleşeceği yönünde. Belki beş yıl sonra, belki on yıl sonra. Hayatımız çoğu zaman deneme-yanılma yoluyla şekillenir ama yanılma kısmını kabullenmek zaman alır. Yani șu an okuduğunuz bölümden çok daha farklı bir iş yapıyor olabilirsiniz ileride.
Üniversiteye ve bölümüme kaydolduktan sonra doğru üniversiteyi seçtiğimden emin olsam da alanım kafamı kurcalıyordu. Memnundum tercihimden ama hep başka bir şeyleri daha tercih edebilirdim diye düşündüm. Oryantasyon günlerinde birçok kulübe üye oldum: Güzel Sanatlar Kulübü, COMPEC(Bilişim Kulübü), İşletme Kulübü, Radyo Boğaziçi, Sinema Kulübü,… Hepsi bölümümden bağımsız kulüplerdi.
İçlerinden özellikle COMPEC ve GSK bana yeni kapılar açtı. GSK’da katıldığım atölyelerde el işleriyle uğraşmayı, bir şeyler tasarlamayı ve birleştirmeyi ne kadar sevdiğimi fark ettim. COMPEC’in PR alt kurulu sayesinde ise bu ilgimi dijitale taşıdım. Yaka kartı, afiş, sosyal medya içerikleri hazırlamak keyifli bir uğraş haline geldi. Şu anda da bu alt kurulda liderlik yapıyorum.
Düşündüğüm gibi bir şeylere geç kalmamışım ya da bölümüm beni kilit altında tutmuyormuş, sadece bunların zamanı şimdi gelmiş. Bu tarz topluluklara katılmak, bana yardım ettiği gibi, birçok kişinin potansiyelini keşfetmesine de aracılık edebilir.
Toparlayacak olursak , kendini keşfetmek için belirli bir yaş ya da zaman dilimi yoktur. Keşfetmek bir yarış değil, bir yolculuktur. Hayat ağacınızın farklı bir dalını, o daldaki çiçekleri keşfetmeniz için diğer dallara daha uzun süre bakmanız gerekebilir. Ama bu süre bir kayıp değil, sizi siz yapan şeydir.
Hayatı ne tek bir dala ne de düz bir yola benzetebiliriz. Dallanıp budaklanmış büyük bir ağaç, kıvrımlı bir yoldur hayat.
Tek yapmamız gereken ise yürümeye ve keşfetmeye devam etmek. Çok sevdiğim bir kitaptan, bu yolculuğun zorlu ama anlamlı olduğunu hatırlatan bir satırla bitirmek istiyorum:
“Kimsenin yol göstermediği, teşvik etmediği, hatta cesaretini kırdığı Martin, karanlık da olsa mücadelesini sürdürdü.”
– Jack London, Martin Eden