
Siz de saatlerce yeni bir dizi aradıktan sonra, sonunda yine Friends’in en sevdiğiniz bölümünü izlerken mi buluyorsunuz kendinizi? Yeni karakterleri tanıyıp karmaşık bir olay örgüsünü çözmeye çalışmak yerine, Chandler’ın Monica’ya evlilik teklif ettiği sahneyi bir kez daha izlemeyi mi tercih ediyorsunuz?
Çoğumuz sevdiğimiz dizilerin bölümlerini defalarca izlemişizdir; hatta bazen bir diziyi en baştan sona kadar yeniden bitirdiğimiz olmuştur. Bunun sebebi sadece o diziyi çok sevmemiz mi? Yoksa zihnimizin derinliklerinde başka gerekçeler de mi yatıyor? Gelin birlikte, sevdiğimiz dizileri neden tekrar tekrar izlediğimizi inceleyelim.
Sevdiğimiz diziler, bildiğimiz replikleri ve tanıdık karakterleriyle bize bir konfor alanı sunar. Çünkü o bölümü izlediğimizde nasıl hissedeceğimizi biliriz. Az sonra ne olacağını tahmin edebilmek, öngörülemezliği ortadan kaldırıp bize güvende hissettirir. Aynı zamanda kontrolün bizde olduğunu düşündürür. Yeni bir diziye başladığımızda ne tür karakterlerle karşılaşacağımızı, olayların nasıl gelişeceğini bilemeyiz. Zaten hayatın kendisi yeterince belirsizken, dizi izlerken kontrol hissi bulmak rahatlatıcı gelir.
Bazen de, bir diziyi tekrar izleme isteğimizin arkasında nostalji olabilir. O diziyi ilk izlediğimiz anlara geri dönmek isteriz. Lisede arkadaşlarımızla izlediğimiz bir sahneyi tekrar izlemek, o yıllara dönmüşüz gibi hissettirebilir. Sanki o anları yeniden yaşıyor, o arkadaşımızla yeniden buluşuyormuşuz gibi. Böyle durumlarda diziler bir nevi zaman makinesi gibi çalışır.
Tabii ki bu durum yalnızca konfor alanı ve nostaljiyle açıklanamaz. Psikolojide “mere-exposure effect” (aşinalık etkisi) denen bir kavram da bu alışkanlıkta önemli rol oynar. Bu etkiye göre, bir şeye ne kadar sık maruz kalırsak ona karşı olumlu duygular besleme ihtimalimiz o kadar artar. İlk başta çok da sevmediğimiz bir şarkıyı, çevremizde tekrar tekrar duydukça beğenmeye başlamamız gibi. Bir diziyi ne kadar sık izlersek, ona o kadar bağlanmamız mümkün hale gelir.
Bu alışkanlık aynı zamanda bilişsel yük (cognitive load) kavramıyla da ilişkilidir. Bilişsel yük, zihnimizin aynı anda işleyebileceği bilgi miktarını ifade eder. Hepimizin çalışma belleği sınırlıdır. Yeni bir dizi izlediğimizde, yeni karakterleri tanımak ve olayları takip etmek gibi görevler belleğimizi zorlar. Oysa daha önce izlediğimiz bir diziyi tekrar açtığımızda, hikâyeye zaten hâkimizdir. Beynimiz bu tanıdık yapıda daha az enerji harcar ve bu da zihinsel olarak dinlenmiş hissetmemizi sağlar.
Tüm bunların sonucunda, sevdiğimiz dizileri tekrar tekrar izlemek adeta bir terapi gibi gelir. Zihnimizi çok yormadan duygusal olarak rahatlamamızı sağlar. Bildiğimiz karakterlerle, repliklerle, mekanlarla kurduğumuz duygusal bağ da bu konforu destekler.
Aynı dizileri tekrardan izlemek, sadece bir alışkanlık gibi dursa da bunun arkasında zihnimizin dinlenmeye ve duygusal olarak güvende hissetmeye olan ihtiyacı yatıyor. Bu tercihler bizi tembelleştirmiyor aksine hayatın karmaşası içinde kendimize nefes almak için bir alan yaratıyor. Bazen ihtiyacımız olan şey, yeni bir hikaye değil; kendimize iyi gelen duyguları yeniden hissetmektir.