içinde , ,

Kalabalıkların Ortasında Unutulmuş Bir Ses Bir insan kaç kişilik bir yalnızlık taşıyabilir içinde?

Yeni Fikirler
Yeni Fikirler
Kalabalıkların Ortasında Unutulmuş Bir Ses Bir insan kaç kişilik bir yalnızlık taşıyabilir içinde?
Loading
/

Gün boyu yüzlerce insanla aynı caddede yürüyüp, aynı otobüse binip, aynı ekrana bakıp, bir kez bile hissedilmeden yaşamak… Kalabalığın tam ortasında, en yalnız hissetmenin ne demek olduğunu artık çok iyi biliyoruz.

Ben bu yalnızlığı sabah aynaya bakarken de hissediyorum, bir arkadaş grubunun ortasındayken de. Herkes gülüyor, sohbet ediyor, birbiriyle konuşuyor gibi. Ama bir adım geriden izleyince anlıyorsun: Kimse kimseyle gerçekten konuşmuyor. Herkes kendi yalnızlığına sesleniyor, ama yankı duvarları yüksek. O yüzden bu çağda en çok “anlaşılamamak” yoruyor bizi. Anlatamamak değil… Çünkü anlatacak kelimemiz çok. Ama karşımızda duyacak bir yürek arıyoruz. Ve o yok.

Yalnızlık artık sessizlikte saklanmıyor. Bilakis, en çok gürültüde yankılanıyor. Kahkahaların en yüksek olduğu yerlerde bile hissediliyor bazen. Gülüyoruz, çünkü gülümsemek bir refleks haline geldi. “İyiyim” demek otomatikleşti. Kimseyi yormak istemiyoruz, kimsenin yükü olmak istemiyoruz. Oysa bazı cümlelerin sessizliği çok daha ağır. “İyiyim” dediğimiz her anda içimizden geçen “Keşke biri sorsa da gerçekten anlatabilsem” cümlesi, ruhumuzun kıyısında asılı kalıyor.

Sokakta yürürken göz göze gelmek bile zorlaştı. İnsanlar artık başlarını eğiyor, gözlerini kaçırıyor. Çünkü bakışmak bazen fazla çıplak, fazla dürüst geliyor. O an, birbirimizin yalnızlığını görecekmişiz gibi korkuyoruz. Çünkü başkasının yalnızlığında kendi boşluğumuzu görmek zorunda kalabiliriz. Ve kimse artık kendisiyle yüzleşmek istemiyor. Kendi içinde büyüyen sessizliği bastırmak için sürekli bir meşguliyet hali yaratıyoruz. Telefonlar, kulaklıklar, yapay telaşlar… Sanki yalnız kalmazsak yalnız değilmişiz gibi.

Ama geceleri kandıramıyoruz kendimizi. O anlarda fark ediyoruz en çok: Kalabalığın ortasında bile görünmez olduğumuzu. Yalnızlığın sadece dört duvar arasında yaşanmadığını. Bazen en gürültülü yerlerde, en içimizde bir sessizliğe düştüğümüzü.

Modern hayat bize bireysellik vaadiyle geldi. “Kendin ol, kendin için yaşa” dediler. Ama kimse söylemedi: Kendinle baş başa kalmak bu kadar zor olabilir mi? Bu kadar yutkunmak, bu kadar anlaşılmadan yaşamak… Bazen içimizde öyle bir karadelik oluşuyor ki, en güzel anlarda bile içine çekiyor bizi. Gülüşlerin altına gizlenmiş o keder, zamanla büyüyüp kimliğimize karışıyor.

Ve bir gün, “Ben bu kalabalıkta yokum” hissiyle uyanıyoruz. Çünkü gerçekten de yokuz. Birilerinin fotoğrafında arka plan oluyoruz, ama kimsenin hayatında bir ana figür değiliz. O yüzden bu çağda yalnızlık; sadece ruhsal bir sarsıntı değil, kimliksiz kalmanın başka bir adı haline geliyor.

Yine de umudum var. Çünkü bazen bir yabancının bakışı bile yetiyor. Bazen hiç beklemediğin biri, gözlerinin içine bakıp “Gerçekten nasılsın?” diye sorduğunda; bir anlığına yalnızlık bocalıyor, geri çekiliyor. O an fark ediyorsun: Yalnızlık bulaşıcıysa, anlayış da öyle. Ve belki de yapmamız gereken tek şey bu: Birbirimizin yalnızlığına tanık olmak. O yalnızlığı susturmaya değil, ona yer açmaya cesaret etmek.

“Çünkü bazı sessizlikler bağırır. Ve bazı insanlar… sadece duyulmak ister.”

Ne düşünüyorsun?

Renkler Cinsiyetten Özgürdür

Wimbledon Beyazı: Görünmeyen Bir Baskının Rengi