içinde ,

Sadece İzlemek Yetmez: Filmin Beyninizdeki Yolculuğu

Yeni Fikirler
Yeni Fikirler
Sadece İzlemek Yetmez: Filmin Beyninizdeki Yolculuğu
Loading
/

3.. 2.. 1.. Kayıt!
Siz de benim gibi sinefillerden misiniz? Film bitince koltukta kalakalanlardan… Jenerik akarken kalkamayıp karanlıkta gözlerini parlatanlardan… “Bu sahne beni neden bu kadar etkiledi?” diye günlerce düşünenlerden misiniz?
Şimdi hayal edelim…
Çok yoruldunuz. Gün boyunca ayakta kaldınız ya da bilgisayar başında saatler geçti. Artık sadece oturacak bir yer arıyor, belki bir kahve içmek için fırsat kolluyorsunuz. Tek derdiniz eve gidip yatağınıza uzanmak… Ve bu dünyadan uzaklaşmak için yapacağınız tek bir şey var: bir film açmak. Gözleriniz perdede, zihniniz bambaşka bir evrende…
Siz o hayali dünyalara kendinizi kaptırıp dünyadan uzaklaştığınızı düşünseniz de aslında beynimiz bu sahneleri, gerçekmiş gibi algılamaya eğilimli bir yapıda. İzlediğiniz o sahnede gözyaşlarınızı tutamadınız değil mi? Hani şu karakter — evet evet, yıllarca birlikte olduğumuz hissini veren o karakter — bavulunu toplarken diğerinin gözlerine bile bakamadan kapıyı çekip çıkmıştı ya… İşte o an sanki siz terk edildiniz. Kalbinize bir taş oturdu. “Hayır, bu böyle bitmemeliydi” dediniz, ama bitti.
Ya da şu anı hatırlayın: Karakter yıllarca çalıştığı iş yerinden, hiçbir açıklama yapılmadan gönderildi. Haksızlığa uğradı. Belki de ekrana bakarken “Bu kadarı da olmaz artık!” diye söylendiniz. İçten içe kızdınız, haksızlığa uğrayan sizmişsiniz gibi.
Siz sadece film izlediğinizi zannederken beyniniz, günlük hayatta yaşadığınız deneyimleri işlerken kullandığı sistemi devreye sokar. Ve bumm! Bir anda siz, sanki Spider-Man’in ağlarını fırlattığı o heyecanlı anın içinde, Wonder Woman’ın adalet duygusuyla dolmuş ya da Iron Man’in zekası ve kararlılığıyla hareket eden biri olmuşsunuz gibi hissedersiniz. Duygularımız, ekrandaki hikâyeyle senkronize olur; kalp atışlarımız hızlanır, gözlerimiz dolabilir ya da içten içe öfkeleniriz. “Ayna nöronlar” olarak adlandırılan beyin hücreleri, bir başkasının davranışını izlediğimizde aktif hale gelir. Ayrıca, sinemanın dilinde kullanılan kurgu, yakın plan, ses tasarımı gibi unsurlar da beynin dikkatini yönlendirmede oldukça etkilidir. Psikolog Jeffrey Zacks’in yürüttüğü çalışmalarda, özellikle kesme (cut) gibi sinema tekniklerinin beynin “olay sınırlarını” algılama biçimini etkilediği görülmüştür. Yani bir sahneden diğerine geçildiğinde beynimiz bunu yeni bir bölüm, hatta yeni bir gerçeklik olarak kodlar. Bu da sinemanın neden bu kadar sürükleyici olduğunu bizlere açıklar. Sinema, aslında büyülü bir duyusal illüzyon yaratır. Ekranda gördüğümüz görüntüler, tek tek durağan karelerden ibarettir. Ancak beynimiz bu kareleri hızla ardı ardına sıralayınca, bir anda o durağan fotoğraflar canlanır; hareket eder, nefes alır, yaşam bulur. İşte bu büyüye biz “film” diyoruz.
Bu, beynimizin boşlukları doldurma ve eksik parçaları tamamlama konusundaki doğuştan gelen yeteneğinin bir yansımasıdır. Zihnimiz, bize eksiksiz bir hikâye sunmak için parçalardan anlam çıkarır, duygu ve hareket yanılsaması yaratır. Böylece ekrandaki görüntülerin arkasında, sadece teknik bir süreç değil; aktif, yaratıcı bir algı süreci vardır.
Sinema, aslında beynimizin kendini kandırmasını sağlayan ve bizi içine çekip, gerçeklikten kısa bir süreliğine uzaklaştıran büyülü bir deneyimdir.
Zaman… Film izlerken zaman, parmaklarınızın arasından kayıp giden kum taneleri gibi akıp gider fark etmeden. Çünkü beyniniz, ekrandaki hikâyenin ritmine o kadar kaptırır ki kendini, gerçek zaman birden başka bir boyuta dönüşür. Saniyeler dakikaya, dakikalar saatlere karışır. Sanki zihniniz bir kapı aralar ve sizi, “film zamanı” adını verdiğimiz bambaşka bir evrene davet eder. İşte bu, sinemanın büyüsüdür: sizi gerçeklikten alıp, zamanın ve mekanın ötesine taşır.
Ama dahası var: korku filmi başladığında, beyninizin içinde alarm çanları çalmaya başlar. Amigdala, sizi uyarır; kalbiniz hızla çarpar, tüyleriniz diken diken olur. Romantik bir sahnede ise ödül merkezleriniz patlamaya hazır bir kutlama havasına bürünür; içten bir sıcaklık, hafif bir mutluluk dalgası yayılır bedeninize.
Sonuç olarak, film izlemek sadece bir boş zaman aktivitesi değil; sinema, beynimizin derinliklerinde duygularımızı uyandıran, dikkatimizi ele geçiren, algımızı yeniden şekillendiren çok katmanlı bir deneyimdir. Uzun, yorucu bir günün sonunda bir film açmak, yalnızca gerçeklikten kaçmak değil; zihnin yeniden nefes aldığı, yaralarını sardığı, kendini tazelediği büyülü bir andır adeta.
Peki, şimdi bir filmin içine dalıp, bambaşka bir dünyada kaybolmaya hazır mısınız?

Ne düşünüyorsun?

Wimbledon Beyazı: Görünmeyen Bir Baskının Rengi

Kim Olmam Gerektiğini Bilmiyorum, Kim Olduğumu da Unutuyorum