
Dijital çağın yüzeysel akışının içinde kendimize birkaç dakika ayırıp sadece okumak, zaman kaybı mıdır? 15 saniyelik videolar, anında kaydırılan başlıklar, özetlenmeye çalışılan duygular, tek resimlik hikayeler gibi günlük tükettiğimiz şipşak içerikler, dönemimizin hızlı tüketim alışkanlığına hizmet eder. Ancak anlam, hızlı tüketim alışkanlığının gölgesinde kalmaya müsaittir. Filozof ve edebiyat eleştirmeni Walter Benjamin, Hikâye Anlatıcısı adlı yazısında, Fransız şair ve düşünür Paul Valéry’nin şu sözünü alıntılar:
“Modern insan, kısaltılamayacak şeyler üzerinde çaba sarf etmiyor artık.”
Okumak bir direniş midir?
Kısaltılamayacak şeyler üzerinde çaba sarf ederek okumaya ayırdığımız birkaç saniye, modern dünyada zihinsel bir direnç biçimi haline gelir. Asıl mesele zamanın tükenmesi değil, anlama ulaşmaya çalışmanın daha çok çaba gerektirmesidir. Derin okuma kabiliyetimizin köreldiği zamanlarda, hızlı tempomuzu kısa süreliğine yavaşlatıp okumaya çalışmak, bunu bir alışkanlık haline getirebilmek, dikkat süremizi sınamak; kısa içeriklerin hüküm sürdüğü bu çağda bir direnç eylemine dönüşür. Bu bağlamda okumak, yalnızca bilgi edinmek değil, aynı zamanda düşünmenin yeni bir formu haline gelir. Anlam arayışı, hızlı tüketim alışkanlığına karşı durur.
Anlam derken, neyi kastederiz?
Anlam, sabit değil, üretkendir. Hazır biçimde sunulmaz, okurun aktif yaratma eylemini gerektirir. Okur, bir arkeolog gibi kelimelerin ardındaki katmanları arar, metni tek başına değil, geçmişin izleriyle birlikte incelerse; dijital çağdaki yanlış bilgi havuzundan çıkıp zihinsel bir direniş gösterir. Hızlı tüketim kültürüne karşı derin okuma yapmayı öğrenmek, kişisel gelişime katkı sağladığı gibi toplumsal birikimin sağlıklı devam etmesinde de rol oynar.
Peki, anlamaya çalışmanın bize katkısı nedir?
Fransız yapısalcı eleştirmen Roland Barthes, okurun edilgen bir alıcı olmaktan uzaklaşıp yaratıcı bir yorumcu haline gelmesi gerektiğini savunur. Böylece anlam, hazır olarak sunulmaz, keşfedilir. Sabit bir mesaj sağlamayan metin, okurun katılımıyla çok katmanlı bir deneyime dönüşür. Her kelime bir durak, her cümle farklı bir yolculuktur. Derin okuma yaparak düşünsel özgürlüğü korumak ve geliştirmek, eleştirel düşünceye açık bireylerin aynı zamanda birbirleriyle iletişiminin güçlenmesinde faydalı olacaktır.
Günlük programımıza eklediğimiz 10 dakika derin ve kapsamlı okuma, dijital çağın hızlı temposuna ayak uydurmaya çalışan bedenlerimiz için hem derin bir nefes hem de düşünsel bir direniştir. Anlam aramak, fikir yürütmek, araştırma yapmak ve öğrenmek; okumanın önemli, göz ardı edilmemesi gereken parçalarıdır. Yüzeysellikten uzaklaşmak için atılan her adım, okunan her kelime, aktarılan her fikir; hızlı tüketim alışkanlığımızın önüne geçmek ve yaşamı daha anlamlı kılmak adına büyük önem taşır. Siz de dijital çağın içinde düşünsel özgürlüğünüzü korumak adına günlük 10 dakikalığına bildirimlerinizi kapatıp, ilginizi çeken bir şeyi okumayı ve anlamayı deneyin. Duraksayın, düşünün ve derin bir nefes alın.
Şu anda, gittikçe hızlanan, her şeyin kolaylık ve etkinlik için optimize edildiği ve duygusal aciliyetin önerilenden öte ‘gereken’ olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Kaydırıp, hızlıca okuyup geride bırakıyoruz. Etkileşime geçtiğimiz her şey bizi hızlıca iyi hissettirmek zorunda. Bunun yanı sıra, kolayca anlayabildiğimiz, apaçık konumlandırılmış kapsül bilgiler olmalı. Ama gerçek edebiyat, asla elverişli olması için tasarlanmadı. Bazı “okuması zor” kitaplar, sadece elverişsiz değil, kasten yavaş ve inatçı. Dikkatinizi, taviz vermeksizin talep etmekten çekinmezler. Ve her şeyin basitleştirildiği, sığlaştırıldığı, algoritmaya uymasının istendiği bu dönemde, gerçekten yoğun ve zor bir şeyler okumak adeta bir direniştir. Çünkü bu kitaplar, kısa ve hızlı medyanın aksine sizi hemen ödüllendirmez. Anlam için zaman harcamanızı, çaba sarf etmenizi ister. Kendinizle çatışmanızı, araştırmanızı, yorulmanızı ama devam etmenizi bekler. Belki de bu dönemde en çok ihtiyacımız olan şey de tam olarak budur.