“Narsist” kelimesi, adını mitolojiden alır. Efsaneye göre Narcissus, güzelliğiyle herkesi büyüleyen bir gençtir. Bir gün, berrak bir suyun kenarında eğilir ve kendi yansımasını görür. O an büyülenir; karşısındaki surete âşık olur. Fakat bu aşk, onun kendisine yönelmiştir. Sudaki görüntüden kopamaz, orada, kendi hayranlığında eriyip gider. İşte bu hikâye, yüzyıllar sonra, kendi benliğine saplantılı şekilde hayran olan insanları tanımlamak için kullanılan “narsizm” kavramının doğmasına sebep olur.
Günümüzde narsizm, yalnızca kişisel bir karakter özelliği değil; ilişkilerde, iş hayatında, hatta sosyal medyada her an karşılaşabileceğimiz bir olgudur. Psikolojik olarak narsizm; kişinin kendi önemini abartması, sürekli takdir beklemesi, empati eksikliği ve karşısındakini kendi amaçlarına araç etmesidir. Ancak kitaplarda yazan bu tanım, yaşanan gerçeğin yarattığı yıkımı tarif etmekte yetersiz kalır.
Narsist kişiler, hayatınıza girdiklerinde önce sizi sarhoş eden bir cazibeye sahiptir. Sizi ilgiye boğar, sözleriyle değerli hissettirir, adeta hayatınızın merkezine oturur. Ancak bu yoğun ilginin ardında ince hesaplar vardır. Bir süre sonra sizi, kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirmeye başlarlar. Övgüler azalır, eleştiriler çoğalır. Duygularınız üzerinde bir hâkimiyet kurarlar. Böylece, farkında olmadan, kendi onaylarını bekleyen bir gölgeye dönüşürsünüz.
Bir narsist eş, evliliği bir ortaklıktan çok tek taraflı bir yönetim haline getirir. Sizi sevmekle kontrol etmek arasındaki çizgiyi siler. Sevgi, zaman zaman sunulan bir ödüle; ilgisizlik ise sessiz bir cezaya dönüşür. Kendinizi, onun memnuniyetini sağlamak için sürekli çabalarken bulursunuz.
Narsist bir sevgili, ilişkinizi eşit bir bağ olarak değil, bir üstünlük alanı olarak yaşar. Sizin varlığınız, onun egosunu büyüten bir ayna gibidir. İhtiyaçlarınızı geri plana iter, kendi duygularını hep öncelikli kılar. İlişkide “biz” kelimesi yerine yalnızca “ben” vardır.
Narsist bir anne, çocuğunun benliğini kendi beklentileriyle şekillendirir. Sevgi koşulludur; itaat ve başarı ile ölçülür. Çocuk, kendi duygularını tanımadan büyür; çünkü annenin duyguları her zaman daha baskındır.
Narsist bir baba, çocuğunu gurur duyacağı biri olarak değil; kendi hikâyesinin süsü olarak görür. Yanında olmanız yetmez; onun istediği gibi olmanız gerekir. Bu da yıllar içinde, özgüveninizde derin çatlaklar bırakır.
Narsist bir arkadaş ise dostluk adı altında tek taraflı bir bağ kurar. Dinlemek için değil, kendi hikâyesini anlatmak için yanınızdadır. İyilikleri, çoğu zaman kendi imajını parlatmak içindir.
Bu ilişkilerin ortak noktası şudur: Narsizme maruz kalmak, insanı sessizce tüketir. Önce kendinizi savunmamayı öğrenirsiniz, sonra konuşmamayı. En sonunda ise hissetmemeyi… Hayatınız, kendi ihtiyaçlarınızdan çok, karşınızdakinin iniş çıkışlarına göre şekillenir.
Ve bu durum, sadece bir ilişkide yorulmak değildir; yavaş yavaş benliğinizi yitirmektir. Geriye kalan, sizin istediğiniz kişi değil; onun istediği kişidir. Bu nedenle narsist biriyle uzun süre yaşamak, ruhunuzu kemiren görünmez bir esaret gibidir.
Unutmayın: Onun sevgisi koşullu olabilir, empatisi eksik olabilir. Ama sizin değerinizi belirleyen şey, asla onun onayı değildir. Kurtuluş, onun gölgesinde var olmaya çalışmakta değil; kendi ışığınızı yeniden yakmaktadır.
Çünkü gerçek sevgi, egemenlik kurmaz; özgür bırakır. Gerçek sevgi, sizi yutmaz; büyütür.