
Wimbledon’da herkes beyaz giyer. Ama öyle sıradan bir beyazdan söz etmiyorum; logon görünmeyecek, iç çamaşırın belli olmayacak, kumaşın tonu bile “yeterince beyaz mı?” diye denetlenecek kadar ‘mükemmel’ bir beyaz. Özellikle kadınlar için beyaz, “temiz” görünmenin değil, “kusursuz” görünmenin rengiyken Wimbledon’da beyaz giymek, çoğu zaman sahada ne yaptığından çok, nasıl göründüğünü belirleyen sessiz bir kontrol biçimine dönüşür.
Göster ama görünme
Wimbledon’da beyaz giyme zorunluluğu 1800’lerden kalma bir gelenek. O dönemlerde, özellikle kadın oyuncuların “ter izleri görünmesin” diye beyaz tercih etmesi, estetikten çok toplumsal normlarla ilgiliydi. Bugünse o gelenek hâlâ sürüyor ama artık masum bir nostalji olmaktan çıkmış durumda. Çünkü geçmişten gelen görünüm baskısı hâlâ kadınları şekillendiriyor. Nasıl terledikleri, nasıl bağırdıkları, nasıl giyindikleri adım adım izleniyor. Terle ama belli etme. Koş ama zarif kal. Güçlü ol ama fazla görünme. Kısacası; sınırları, eksikleri, teri ve sesi yok sayan bir ‘kusursuzluk’ anlatısı, kadınların peşini bugün de bırakmıyor.
Peki bir gelenek ne zaman boğmaya başlar?
Cevap aslında çok basit: Kendin olmayı zorlaştırdığında. Eğer seni sadece “uyum sağlamak” zorunda bırakıyor, hareket alanını daraltıyorsa; o gelenek artık bir kültürel değer olmaktan çıkıp, görünmeyen bir baskı biçimine dönüşür.
Wimbledon’daki beyaz kıyafet zorunluluğu da tam bu noktaya gelmiş durumda. Çünkü o beyaz, artık sadece bir forma değil; beden üzerinde kurulan görünmez bir kontrol simgesi haline geldi. Kıyafet kimlikten kopup gözetim aracı olduğunda, o gelenek nostaljik bir anı olmaktan çıkar; yerini sessiz ama güçlü bir baskıya bırakır.
Sessizliğe karşı çıkanlar
Regl dönemindeyken beyaz giymenin zorluklarını ve utanma duygusunu dile getiren sporcular, bedenlerinin doğal süreçlerini gizlemek zorunda kalmanın ne kadar yorucu olduğunu anlatıyor. Avustralyalı Daria Saville, “Zaten yeterince stresliyiz, kanama konusunda endişe etmek istemedim” diyerek regl dönemini değiştirmek zorunda kaldığını söyledi. İngiliz tenisçi Heather Watson ise, beyaz kıyafetlerden kan sızması korkusu ve regl sancıları nedeniyle doğum kontrol hapı kullandığını açıkladı.
Bedenin doğal döngüsünün bile bastırıldığı bir yerde gerçek bir özgürlükten söz edilebilir mi? Bu ve diğer açıklamalardan sonra gelen tepkilerle birlikte Wimbledon yönetimi, kadın sporcuların koyu renk iç çamaşırı giymesine izin verdi. Küçük bir detay gibi görünse de bu karar geleneklerin değişmez olmadığını gösterdi. Yeter ki biri çıkıp sorgulasın.
Beyaz hâlâ beyaz mı?
Wimbledon’daki beyaz, belki bir zamanlar estetik bir tercih ya da geçmişe saygıydı. Ama bugün, birçok sporcu için artık bir sınırın sembolü. Üstelik bu sınır herkes için aynı değil. Kadınlar için daha dar, daha sesli, daha ağır. Bazen en sessiz gelenekler, en yüksek baskıyı kurar. Bu yüzden güncellenmeli, sorgulanmalı, gerekiyorsa terk edilmelidir. Çünkü bir gelenek boğmaya başladığında, beyaz bile kararmaya başlar.