Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
Bu dizeleri yazan şair Nazım Hikmet mi yıllarını dört duvar arasında geçirirmesine rağmen yaşadı; yoksa her fırsata sahip olan biri mi yaşamış sayıldı? Evet tartışma konusu? Yaşamak düşüncelerimiz ile bağlantılı olabilir mi? Beslediğimiz duygularla mesela? Sadece düşünceleri var olan birini yaşamış sayabilir miyiz?
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Evet, sadece fikirlerini şiirlerine aktaran şair; yıllarca tutsak yaşamış ve yaşamayı öyle ciddiye almış ki yıllar geçse de hala saygınlıkla yaşıyor. Hem de yüzünü bile görmediği insanlar için vazgeçmemiş. Biz yaşamaktan ne anlıyoruz? Hepimiz “hayatı yaşamak” sözünün hakkını vermek isteriz. Kimimiz maddi imkanlarla, kimimiz sahip olduğumuz gelenek göreneklerle, kimimiz bir çok yeri keşfederek, aşık olarak, kariyer yaparak ya da ideolojilerle… Yaşadım diyebilmenin önemi büyük. Yaşamanın hayallerimiz ve isteklerimiz ile doğrudan bağlantılı olduğunu düşünmüyorum. İsteklerimiz gerçekleştiğinde bir pişmanlık silsilesi ile de karşılaşabiliriz. Yani “yaşadım diyebilmek” ; isteklerimizden çok, iç rahatlığa ya da huzura kavuşmamızın göstergesidir. Hiç planlamadığınız bir şey başınıza geldiğinde “iyi ki” ya da “nasıl olur da” diye cümleler kullanırız. Bu tesadüfler bize yaşamak için yol açmış olabilir. Huzuru, neşeyi getirebildiği gibi hayatı altüst de edebilir. Tabi yaşanan kötü şeyler ya da altüst olmuş hayat her zaman kötü değildir. Bu daha iyisini inşa edeceğiz anlamına gelir. Bunun için yaşama ve kendine inanman yeterli olur.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
Hepimiz gelecekten bahsetmeyi çok severiz. O kadar kaptırırz ki, o dönemde olup olmayacağımızı asla düşünemeyiz. Gelecekten bahsederken mutlu oluruz ve umutlanırız. “Zamanla”, “bir gün bir bakmışız”, “ileriki zamanlarda” diye uzar gider. Yaşamak için bu zamanların bize yer açmış olması gerekiyor. Bunlardan önce “neyi ertelememeliyim” i düşünmek daha gerçekçi olacaktır. Belki de ertelememenin verdiği cesaretle hayatın hazzına ulaşmış olacaksın. Bu nedenle ellisinde olan biri hala aşık olabiliyor, atmışında olan emekli olunca evde oturmak yerine, kendini hayatın için de buluyor ve yetmişindeki ise mahsullerinden faydalanmak için ağaç dikebiliyor. “Artık benden geçti” demek yenilmişliğin kelimesidir. Sayılara takılıp kalmışlık ve bunu söylediği andan itibaren umutlarını yitirmişliktir. Artık kimse için bir şey yapamaz, tat alamaz ve tahammül edemez. Kimse böyle yaşamak istemez sanırım.
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini
Nasıl da son ana kadar umut veren güzel dizeler. Rahat gidebilmenin onuru ve “yine de güzeldi” diyebilmenin dizeleri. Dört duvar arasında kalan üstad bize umut veriyor. Çoğu zaman hastalıklar bize yaşama gücü veriyor ve yersizliklerin, önemsiz olanların bilincine eriyoruz. Ufak bir hastalık bile size ne kadar önemli olduğunuzu hatırlatıyor. O küçük uyarı, gülmenin anlamını ve ertelemenin ne kadar kötü bir şey olduğunu hatırlatıyor. Bunlarla uyarılmaya gerek bile yokken, bazen o hastalığa teşekkür ediyoruz. Çünkü zihnimiz, hayallerimiz bu seviyeye erişemiyor.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
Sonsuz olan görebilmenin bittiği yerdir. Bir yere kadar görürüz ve sonrası bilinmez,sonrası soru işareti, sonrası korkutucu. Her şeyin sonu var. Belki de buna artık inandığımız için küreselleşmeyi önemsedik, çevre kirliliğine duyarlılık arttık, kullanılan malzemeler önemli unsur haline geldi. Çünkü artık dünyada da göremediğimiz şeyler bizi korkutmaya başladı. Yok olma korkusu. Hem de gelecekte yaşayacak insanlar için bunları yaptık-yapıyoruz. Daha duyarlı olmayı öğreniyoruz. Önemsememenin ayıp olduğunu toplum olarak kavrıyoruz.
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
“Yaşadım” diyebilmen için…
Diyerek bitiriyor şair şiiri. Yaşadım diyebilmek için seveceksin dünyayı. Nasıl da güzel özetlemiş. Yaşadım diyebilmenin özetidir aslında sevgi. Sevmek o kadar güçlü ki; ayaklarımıza his, beynimize enerji, kalbimize güç veriyor. Her şey rengini alıyor ve siyahın asaletini görüyoruz. Konuşman değişiyor, bakışların gülüyor, kalbin ellerinde atıyor ve titrediğini sanıyorsun. Sevgi, yaşama gücü ile beraber yaşamın kendisini veriyor. Rakamlar önemini yitiriyor, gelecek ise planımdan yoksun kalıyor. Korkular yerle bir oluyor. Öfkeye meydan okuyor. Gücün ruhunda vücut bulduğu gibi, güzelliğin artıyor.Umut huzur ile buluşuyor. İşte o zaman “yaşıyorum” diyebiliyoruz.
Unutma; aynı gökyüzü altında bir direniştir
yaşamak
Yaşamak ümitli bir iştir sevdiğim
Yaşamak; seni sevmek gibi, ciddi bir iştir. (Şiir: Nazım Hikmet Ran )
Eda SiSMaN IzmiR 20.09.2019