Eski bir anıdan besleniyor ruhum. Geçmişin derinliğinden gün yüzüne çıkıyor. Alışveriş merkezinde küçük bir kız çocuğu annesi ile yılbaşı zamanının heyecanını yaşıyor. Her taraf çeşitli süsler ile donatılmış, gökyüzünden yıldızlar yağıyor ve tarçın kokusu yayılıyor. İnsanlar ellerinde hediyelerle oradan oraya koşuşturuyor. Cansız Noel Babalar bağlı oldukları sistem sayesinde herkese el sallıyor. Dışarıda ise durum içerdeki gibi. Kış en sevecen hali ile güneşini parlayan karların üzerine bırakıyor. Bu merkezin en alt katında çocuklar için hazırlanmış oyun alanı var, pembe kırmızı arabalar, uçaklar, fanus içerisinde satılan zıplayan toplar. Buranın çıkışında hemen bir şekerlemeci karşılıyor çocukları ve ardından da şaka dükkânı. Üst kata çıkıp biraz yüründüğünde pizzacı da var. O zamana döndüğümde anılarımı bu görüntüler kaplıyor. Fakat ya göremediklerim, çocuk aklım dışında kalanlar ne olacak?
Zaman geçiyor. Gördüklerimiz göremediklerimizi kaplıyor. Işık karanlığa yol açıyor ama gölgeler asla yok olmuyor. Ben geçmişten gelen sesleri dinliyorum. Beni seven her cümle kelime kelime önüme düşüyor, ayaklarım altında ezilen aşkları kadere bağlıyorum. Biraz daha geçmişe dönersem eğer o küçük kız ile karşılaşıyorum. Hayat bir kapalı kapı onun için, belki Pandora’nın kutusu belki Thoth’un kitabı. Bir yaprağın peşinden koşuyor sonbaharda, yaz geldi mi bir çiçeğe âşık oluyor. Diğer iki mevsim en sevdiği, detaylarda boğulmuyor. Peki orada neyi fark edemedi bu küçük kız? Neden bu anıda kaldı?
Baştan hatırlamak gerek o zamanı. Alışveriş merkezinde küçük bir kız çocuğu, annesi ile dışarda onca çocuk açlıkla mücadele ederken o sıcak bir yılbaşı gecesinin hayalini kuruyor. Annesi elinden tutarken, o, bu en büyük şansın farkında olmadan şımarık kokulara odaklanıyor. Bir başka çocuğun anıları o gün şiddetle dolu, bir diğerinde ise soğuk bedenini hapsediyor nefes almak ne mümkün ve bir diğeri o gün ölüyor. Ben cansız Noel Babaları izlerken diğer çocuklar hasta yataklarındaki yakınlarına bakıyor. Kar güneşle birleşmiş parlarken, onlar üşüyor. Soğuk için daha fazlasını söylemeye gerek yok. Benim para ile bindiğim arabalar, diğer çocukların rüyası, fanus içine hapsedilen onlar ve en acısı da şaka dükkânı. Onların hayatının bir sembolü gibi, acı bir kahkaha…
Kimin gecesi güzel geçecek şimdi? Ben uyuyabilecek miyim, ya da o çocuk anıyı silebilecek mi? Şimdi hangimiz hayata güveneceğiz? Hatalı bir soru bu. İkimiz de hayata güvenmiyoruz. O da ben de. İkimiz de acı çekiyoruz. Başkalarının kurduğu bu yalan düzenin içerisinde kaybolmuş ruhlarız. O benden nefret ediyor ben ona üzülüyorum, çünkü farklı yaşadık, yaşamaya zorlandık. Aynı yaş, aynı zaman, aynı düzen ama farklı hayatlar. Zamanın bir başka boyutunda o beni yaşadı ben onu, o bana baktı ben ise ona. Ama hiçbir zaman aynı yere sığamadık.
Ortak olan yönlerimiz de vardı elbette. O da ben de büyüdüğümüzde geçer sandık. Geçmedi, daha da fazlalaştı. Büyüdük, aşkı aradık, korkuyu sınadık, zamanla yarıştık ama kazanan hiçbir zaman biz olmadık. Çocukluğumuz aynı yılda farklı hayaller ile geçti. Büyüdük hayaller de ortak oldu. Zaman değişti, biz yaşlandık. Ne Pandora’nın kutusu açıldı ne de Thoth’un kitabına ulaştık. Şu an ikimiz de aynı yerdeyiz.
Bir yılbaşı sıcağında yalan rüzgarını yüzümüzde hissediyoruz. Başkalarının hayallerimizi yaşamasını izleyerek umut doluyoruz. Hiçbir zaman ulaşamayacağımız geleceğe mum yakıyoruz. Ama tek gerçek şu “içimizde bir oyuncu bir de seyirci yaşıyor[1]”. Düzen bu, yok olup gidiyoruz.
[1] Ahmet Oktay – Gérard De Nerval Şiir