içinde ,

LoveLove

Harvard Üniversitesi ve Habertürk Gazetesinde kariyerine devam eden Beste Mutlu ile Röportaj

Nasıl başladı kariyer hikayeniz ve neden böyle bir konuda hizmet vermeyi tercih ettiniz?

Küçük yaşlardan beri ailem bana popüler bilim kitapları aldığı için okumak ve yeni bilgiler öğrenmek hep hoşuma gitmiştir. Moleküler biyolojiye olan ilgim ise İstanbul Lisesi’ndeyken başladı. Öğretmenimiz Frau Remp dersi çok güzel işlerdi. Her derse gizemli, açıklanamayan bir gözlemle başlar, dersin sonunda da bize ipuçları vererek bulmacayı çözdürürdü. Sınavlar kesinlikle ezbere dayalı değildi, tamamen konuyu kavramak ve öğrenilenleri başka bir duruma uygulayabilmek üzerine kuruluydu. Böylece biyoloji lisede hep en sevdiğim ders oldu.

Biyolojiden çok keyif almama rağmen kariyer olarak seçmek aklımın ucundan bile geçmedi. Üniversite sınavı yarışı “Tıp fakültesine puanın yetmiyorsa biyoloji okumayı düşünebilirsin’” gibi bir hava yaratıyordu, sanırım yüksek puan alınca ona göre seçim yapmalıyım diye düşündüm. Tıp fakültesinin bana uygun olmadığından emindim, ama ne yapmak istediğim konusunda oldukça kararsızdım. O yüzden  Türkiye’de diploma programını 2. sınıfta seçme hakkı tanıyan tek üniversite olan Sabancı Üniversitesi’ne burslu olarak başladım. İyi ki de öyle yapmışım. İlk sene giriş dersleri alırken, ders dışında laboratuvarda çalışırken fark ettim ki, benim gönlümde yatan araştırma yapmakmış. Ben bunu nasıl daha önce görememişim dedim. Sevdiğim işi bulup moleküler biyoloji okumaya başlayınca gerisi çorap söküğü gibi geldi. Sabancı Mühendislik Fakültesinden birincilikle mezun olduktan sonra Harvard’da doktoraya başladım.

Kariyerinizin ilk yıllarından bu yana nasıl bir gelişme süreci yaşadınız? Neleri hedeflemiştiniz ve bunlar gerçekleşti mi?

Bu soruya layıkıyla cevap verebilmek için önce araştırma yaptığım konudan bahsetmem gerekiyor: Tek bir hücremizdeki DNA 1.8 metre uzunluğunda! DNA’nın gözle görülmeyecek kadar ufak hücrelerin içine sığabilmesi için sıkıca paketlenmesi gerekiyor. DNA’yı hücrenin kütüphanesi gibi düşünürsek, paketlemenin belli bir düzeni olmalı ki hücre gerekli kitabı (yani geni) doğru zamanda bulabilsin. Bu düzenin ve genlerin işleyişinin bozulması  kanser gibi pek çok hastalığa yol açabiliyor.

Gelişim esnasında tek bir hücre defalarca bölünüyor ve tüm organları, eli kolu olan bir canlı oluşturuyor. Bu süreç esnasında hücre hangi genlerin, nerede, ne zaman aktif olduğunu yönetebilmeli. Bunu başarmak için de kütüphanesini, yani DNA’sını yeniden düzenliyor. Benim hedefim bu yeniden düzenlemenin moleküler seviyede nasıl işlediğini anlamaya çalışmaktı. Bu soruyu cevaplamak için şeffaf, çok hızlı üreyen ve embriyoları gelişimini 9 ay yerine sadece 14 saatte tamamlayan 1 milimetre boyundaki solucanlar çok uygun. Solucanlarla yaptığım deneyler sonucunda DNA’yı düzenleyen yeni bir gen keşfettim ve bu genin moleküler düzeyde görevini buldum. Bir gene isim vermek gerçekleşeceğini düşünmediğim bir hayaldi. Sonra bu gendeki bozuklukların kadınlarda görülen Polikistik Over Sendromu ile ilişkilendirildiğini fark ettik, ama daha önce kimse işlevine bakmamış. Merağa dayalı temel bilim araştırmalarının beklenmedik sonuçlar çıkartması çok hoşuma gidiyor. Hücrenin işleyişi hakkında ne kadar çok temel bilgi toplarsak ileride tıp o kadar gelişecek.

Diğer bir hayalim bilim ve teknoloji ile ilgilenen gençlere yardımcı olabilmek, ulaşabilmekti. Hayatımdaki iki gelişme sayesinde bunu başarabildim. İlk olarak, American Association for University Women (AAUW) kurumundan kadınlara özel bir burs kazanmak, bilimle ilgilenen genç kadınlara mentörlük yapmak benim için çok önemliydi. İkinci olarak, Habertürk gazetesine “Bilimin B’si” isimli köşeyi yazmak ve yazılarımı okuyup heyecanlanan gençlerden mesajlar almak beni çok mutlu ediyor.

Başarınız sizin hangi nitelikleriniz sayesinde olmuştur?

Ailemin bana verdiği en önemli öğütlerden biri başarı için zekanın tek başına yetersiz olduğu. O yüzden disiplinli olmak, elimdeki işe yoğunlaşıp zamanı verimli kullanmak ve hedeflerime ulaşmak için planlar yapmak diyebilirim.

En büyük hayaliniz ve gerçekleştirmek istediğiniz projeleriniz nelerdir?

Moleküler biyoloji alanında araştırmalar yapmaya devam etmek, bu konuda genç insanlara ders anlatmak, kariyer tercihlerine yardımcı olmak ve kolay anlaşılır popüler bilim yazıları yazarak herkesi bilim konusunda heyecanlandırmak istiyorum.

Çok çalışmak mutlaka çok önemli. Ama çalışma ile birlikte dönüm noktalarını oluşturan şanslar vardır her başarı hikayesinin oluşmasında. Sizin en büyük ve en önemli şanslarınız nelerdi?

Hayatın karşıma güzel insanlar çıkartması en büyük şansım oldu. Bu kişiler hep beni destekledi, faydalı tavsiyelerde bulundular.  Annem, babam ve eşimi saymazsak kariyerime yön vermiş 5 kişi var diyebilirim.  Bunlardan ilki şu anda MIT’de kendi araştırma grubunu kuran Dr. Canan Dağdeviren. Sabancı Üniversitesi’nde birinci sınıftayken okul servisiyle bir liderlik konferansına gitmiştim. Konferansta şansa yanıma Canan düştü, sohbet etmeye başladık. Malzeme mühendisliğinde yüksek lisansını bitiriyormuş, “Gel bizim laboratuvarda araştırma yap” dedi, ben de balıklama atladım. İlk öğrencisi benmişim, benim de laboratuvara ilk girişim onunla oldu. Tanışmamızdan hemen sonra o Amerika’ya taşındı, ben de moleküler biyolojiye geçip kendime farklı bir yön çizdim, ama kopmadık. Yıllar sonra yollarımız Boston’da tekrar kesişti, hem beni destekleyen yol gösteren bir mentör, hem de çok güzel bir dost kazanmış oldum.

Diğer tanışma hikayelerim bu kadar ilginç ve rastlantıya dayalı değil. Ama moleküler biyoloji konusundaki esas eğitimimi Sabancı Üniversitesi’nde çalıştığım Dr. Murat Çokol, Harvard Üniversitesi’ndeki muhteşem hocalarım Dr. Susan Mango, Alex Schier ve Danesh Moazed’den aldım. Karşıma bu insanlar çıktığı için, bilim yapmak isteyen genç insanları desteklemeye bu kadar hazır oldukları için çok şanslıyım.

Yolunuza çıkan zorlukların üstesinden nasıl geldiniz ve yaşamınızda nasıl bir motivasyon ve destekle ayakta kalarak başarılı sonuçlara ulaştınız?

Bilim doğası gereği başarısızlıklarla dolu. Bir deney başarıya ulaşmadan önce kim bilir kaç kez bozuk çıkıyor. Her seferinde biraz düzelte düzelte doğru yolu buluyorsunuz. Pes edip bırakacak olursanız başarı imkansız, moralinizi bozmadan sabırla, azimle çalışmak gerekiyor.

Elde ettiğim sonuçlardan ziyade yaptığım işi sevdiğim gerçeğine yoğunlaşmak beni rahatlatıyor. Deneyler çalışmıyor diye stres olmaktansa bulmacayı çözmek için neyi değiştirebilirim diye düşünüp keyif almaya çalışıyorum. Bunu başaramadığım zamanlarda da akşam eve gidiyorum, eşim, annem ve babam bana ilgi-sevgi-şefkat üçlüsünü uyguluyorlar. Öyle güzel motive ediyorlar ki ertesi gün tekrar denemek için labe koşuyorum! Ailemden gördüğüm kayıtsız şartsız sevgi ve duygusal destek olmasa hayat çok zor olurdu. Başarılarınızdan tamamen bağımsız bir dayanağınızın olması çok önemli.

Yaşadığınız deneyimlerinize dayanarak sizin gibi bilim kadını olan ve olmak isteyen kadınlara vermek istediğiniz mesajlar var mı?

Bilim yapmak kolay değil, ama çok eğlenceli! Sevdiğiniz işi yaparsanız çektiğiniz tüm zorluklara değiyor. Bilim tam anlamıyla sabır ve azmin zaferi. Benim gördüğüm kadarıyla kiminle çalıştığınız kariyerinize yön veren en önemli etken. Sadece sizi çalıştırıp sonuç üretmenizi bekleyen kişilerle değil, kariyer gelişiminizi önemseyen insanlarla çalışmanız çok büyük fark yaratacaktır. Size yol gösterecek, destekleyecek hocalar bulmaya çalışın.

Değinmek istediğim diğer bir nokta bilim ve teknoloji kariyerlerinin özellikle kadınlar için uygun bir tercih olarak görülmemesi. Toplumda kız ve erkek çocukları kültürel olarak çok farklı yetiştiriliyor, bu dünyanın her yerinde böyle. Aileniz toplumdan çok farklı düşünse de, bazı şeyleri kimse açıkça söylemese de, toplumun sizden ne beklediği satır aralarında gizli ve insanın bilinçaltını etkileyebiliyor. Erkek çocukları ailesini geçindirmek için yüksek maaşlı işlere yönlendirilirken, kız çocuklarına “bayan mesleği” olarak nitelendirilen, çocuklarına ve eşlerine daha rahat vakit ayırabilecekleri meslekler öneriliyor. Bilime gönül vermek bahsettiğim iki kritere de pek uymuyor. Keşke insanlar yeteneklerine ve ilgi alanlarına göre seçim yapmakta daha özgür olsa, seçimleri bu şekilde sınırlandırılmasa. Erkekler sırf iyi para getirecek diye sevmediği bir meslek seçmek zorunda hissetmese, kadınlar kariyer yapınca esas görevlerini ihmal ediyormuş gibi vicdan azabı duymasa. Her yönden eşit bir hayat olursa herkes kendini daha mutlu edecek seçimler yapabilir diye düşünüyorum. O yüzden benim genç bilim insanlarına önerim, kendilerini çok iyi tanımaları, severek çalışabilecekleri bir alan bulmaları ve hayatlarına hayallerini engellemeyecek, planlarını gerçekleştirirken destek olacak insanlar almaları. Bu koşullar sağlanınca başarı kendiliğinden gelecektir.

Ne düşünüyorsun?

Bir yanıt yazın

90. Oscar Ödüllerine Genel Bir Bakış

Ekranlarda 18:9 Trendi (Seri Fikirler #1)