Yapay zeka, makine öğrenmesi ve derin öğrenme gibi kavramlarla uzmanlıkların yok olacağı bir gelecekten bahsediyoruz. Korkutucu değil mi? Uzmanlık dediğimiz şey tecrübe ve tekrarlarla öğrenmekten ibaret aslında ve büyük veri tam olarak makineler için buna imkan sağlıyor. Peki bu durumda biz ne yapacağız? İnsanları nasıl bir gelecek bekliyor? Bizler nasıl hazır olacağız?
Yeni yetkinlik setleri ile ilgili birçok araştırma yapılıyor. Özellikle World Economic Forum’un hazırladığı “Geleceğin İşleri” raporunu incelediğimizde STEM yani bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik temelli yeteneklerin gittikçe daha fazla öne çıktığını görüyoruz. 2022 için öne çıkan yetenek setlerinde şunlar bulunuyor:
- Analitik düşünme ve inovasyon
- Teknoloji tasarımı ve programlama
- Muhakeme, problem çözme ve kavrama yeteneği
- Sistem analizi ve değerlendirme
- Aktif öğrenme ve öğrenme stratejileri
- Yaratıcılık, orjinallik ve inisiyatif alma
- Kritik düşünme ve analiz
- Karmaşık problemlerin çözümü
- Liderlik ve sosyal etki
- Duygusal zeka
Evet listede analitik düşünme, problem çözme, sistem analizi gibi yetenekleri görüyoruz ancak yaratıcılık, orjinallik, sosyal etki, duygusal zeka kavramları da bir o kadar önemli yetenekler olarak karşımıza çıkıyor. Aktif öğrenme ve öğrenme stratejileri ise benim favorim. Hepimizin öncelikle yaşam boyu öğrenmeyi ve bu hızla değişen dünyada sürekli olarak kendimizi güncel tutmayı öğrenmesi gerekiyor. Ama bunu da insanlığımızdan uzaklaşmadan yapmanın yolunu bulmalıyız. STE(A)M yani – bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik temelli eğitime çok önemli bir A harfi eklendi parantez içerisinde; sanat (art). Bizler insanlar olarak araştıran, gelişen, öğrenen bireyler olmalı ve gerçeğin peşinden koşmalıyız ama sadece gerçeğin değil, diğer taraftan da güzelliğin, estetiğin, iyinin, yaratıcılığın peşinde koşmalıyız. Bizi biz yapan en temel fark burada diye düşünüyorum.
Sanayi devrimleriyle önce kas gücü gerektiren işleri makinelere devretmeye başladık, şimdi de tekrar eden tüm işleri artık makinelere, robotlara devrediyoruz. Bizlerin işi artık yenilik, inovasyon, yaratma olmalı. Bu da temel olarak 2 şey gerektiriyor:
Birincisi; deneysel yaklaşım – yani hata yapmaktan korkmayan, deneyen, merak eden, soru soran, keşfeden insanlar olmak. Deneysel yaklaşım özellikle kültürel bir konu. Hiyerarşik düzenler, otoriter yaklaşımlar, sorgulayan bireylerin pek de istenmediği, yeni fikirlerin eski köye yeni adet getirmek olarak algılandığı ortamlar deneysel yaklaşımı öldüren kültürel alt yapılar. Yine eğitim sistemimizdeki üç yanlış bir doğruyu götürür mantalitesi, iş yaşamında performans sistemlerinin 0 hata prensipleri üzerine kurulması, deneysel yaklaşımın en büyük düşmanları. Eğitimde doğru ve yanlış yerine öğrenmeyi ve keşfetmeyi öğretmek, özellikle hataların en iyi öğretmen olduğu bakış açısını kazandırmak işin temeli elbette ama iş bununla da bitmiyor. Özgür ve demokrat ortamlar, farklılıkların kucaklanması ve güven kavramı deneysel yaklaşımın yeşermesi için en az eğitim kadar önemli.
İkincisi ise; disiplinler arası düşünebilme, yani farklı alanları kavrayabilen, bunlar arasındaki ilişkileri doğru değerlendirebilen bireyler olmak. Burada da eğitimimiz ve deneyimlerimizdeki çeşitliliğin önemini görüyoruz. Eğitimde çift dal yapmak, master veya doktora yapmak dışında formasyonunuzdan farklı alanlarda yer almak; spor, sanat, felsefe, tarih, psikoloji gibi konularla zenginleşmek aslında söz edilen. Yani sadece eğitimimiz değil; ilgi alanlarımız, hobilerimiz de bizleri geliştiriyor ve farklı kılıyor.
Nörologlar uzun süredir beyinde yeni sinir hücrelerinin ve yeni sinir ağlarının nasıl oluştuğunu araştırıyorlar. Nöroplastisite ismi verilen bu yenilenme süreci, aslında beynin sabit olmadığına, hafıza, düşünce yapısı ve davranış modellerinin değişebilir olduğuna işaret ediyor. Yeni sinir hücrelerinin sinir ağlarına katılmasıyla düşüncelerin dolaşacağı yeni patikalar oluşuyor. Deneyimlerimizi farklılaştırdıkça, rutinden ve konfor alanlarımızdan çıktıkça, yeni şeyler öğrendikçe aslında beynimiz de gelişiyor ve yeni bağlantı yolları ile bizlere bambaşka bakış açıları ve düşünce sistemleri kazandırıyor.
Doğa bize aslında bu değişken dünyada ayakta kalmak için gereken gücü veriyor, beynimiz adapte olmak ve yeni yollar bulmak üzere tasarlanmış. Her şey öğrenilebilir ama istekli, hevesli, meraklı ve mücadeleci değilsek bu dijital dünyada çoktan oyun dışında kalmaya adayız. Öyleyse oyunda kalmak istiyorsak oynayacağız. Ne demiş ünlü düşünür, koşmadan koşamazsın. 😉