Twitter’da gezinirken denk geldi. 7 yaşında bir çocuğun annesi paylaşmış. “7 yaşındaki oğlum bu şiirle geldi.” diyerek. Herkes gibi önce güldüm, derinlik hoşuma gitti. Çocuk yazmış olamaz diyerek sorguladım da. Sonra düşündüm gerçekten çocuk yazmış olabilir diye. Bu çok sarsıcı geldi. Çünkü bizim çocukluğumuza nazaran şimdiki çocukların kimlik arayışları daha fazla. Dijital dünyaya doğdu onlar. Ne gerçek, ne yalan, ne sanal acaba diyorlar? Yani ne var – ne yok düşünür oldular. Hem de daha 7 yaşındayken.
https://twitter.com/eskisarkiIar/status/1522199039495786496?cxt=HHwWgMCyqcT9958qAAAA
Dijital dünya onlara olmak istedikleri kişiyi kurgulama fırsatı veriyor, hatta zorunda bırakıyor. Fotoshoplarla, avatarlarla farklı bir gerçeklik algısı yaratabiliyorlar. Farklı bir toplum kurgulayabiliyorlar. Ancak ben bunun tehlikeleri ya da fırsatlarından bahsetmek istemiyorum. Çünkü bu konu ayrı bir yazıda ele alınmayı hak ediyor. Sadece üç ünlü düşünürün sözünü buraya bırakıp Ali Şeriatinin yorumunu ekleyerek bu bahsi bitireyim.
“O büyük filozofların kuşkusu ne rahat ve ağrısızdır. Descartes, Gide ve Camus.
– Düşünüyorum öyleyse varım.
– Hissediyorum öyleyse varım.
– Başkaldırıyorum öyleyse varım.
Bu ünlü pişmişlerin çiğliğine şaşırıyorum. Eğer sorun olmak ya da olmamak sorunu olsaydı, kolaydı, kolay da çözülürdü, onların kanıtladıkları kolaylıkta. Ama HANGİ OLMAK sorunu korkunç ve acıklı kuşkudur.”
Gelelim bu dijital yaratımın iş hayatındaki yansımalarına ve gerçeğin dijitalize edilmesinin önündeki engellere.
Bu 7 yaşındaki çocuğumuzun sorguladıklarını üniversiteye gidene kadar sorgulayamamıştım. Çocukken bize sorulan soru “büyüyünce ne olacaksın?” sorusuydu ve cevaben bir meslek söylememiz gerekirdi. Mühendis, doktor, öğretmen vesaire… Ben mühendislik fakültesine gittim. İlk afalladığım şey bütün mühendislerin ilk iki sene aynı dersleri almaları, sadece son iki sene içinde ne mühendisi olacaklarının belirlenmesiydi. Düşünebiliyor musunuz sadece iki senede ne olacağınız belirleniyordu. Ortalama çalışma süresi 40 seneydi ve sadece iki yıl, kalan 40 yılınızın nasıl geçeceğini belirliyordu. Bu kadar zamana 5 meslek sığmaz mıydı ki? Saçma gelmişti. Ben sadece bir mühendis mi olacaktım? En azından iki mühendis olamaz mıydım?
Sonra iş hayatı başladı. Alaylılarla okulluların savaştığı Lojistik sektöründe. Hem çok eski hem de çok yeni bir sektördü. Herkes okuduğu ya da alaylı olarak hazırlandığı işi yapıyordu. Alaylılar plazadan garajı yönetemezsin nidalarıyla haklı sitem ediyorlar, okullular ise yaptığınız işi standartlaştırmaz ve ölçmezseniz GELİŞTİREMEZSİNİZ diyerek yine haklı bir şekilde cevap veriyorlardı. Birbirini beslemesi gereken ancak birbirinden ayrı iki dünyada yaşıyor gibiydiler.
Operasyon lojistik mühendisi oldum. NE ŞANS !!! Sahayı yönet ve plazaya rapor et deniyordu bana. İki dünya arasında köprü olmak demekti bu.
Hadi anlat plazadakilere en kısa rotanın en iyi kuru fasulye yapan lokantanın önünden geçtiğini😊
Hadi anlat garajdakilere sefer çevrim süresi optimizasyonunu 😊
Bütün bunlar olurken çok şey öğrenmem gerekiyordu. İşe başladığının ilk haftasında iş kazası geçiren sakar biri olarak öncelikle iş sağlığı ve güvenliğini, sonra trafiği, rotaları, sunum yapmayı, şoförlüğü, eğitim vermeyi, uyumsuzlukları çözmek için insanlarla iyi geçinmeyi (benim için en zoru), raporlamalar için veri analistliğini, hatta kodlamayı ve daha bir çok şeyi. Saymakla bitmez. İki mühendis olsam yetecekti. Aman Allah’ım ne ikisi en az 10 meslek bilgisi gerekiyormuş dedim kendi kendime. Zor olacaktı. Bunun adı KAOS’tu.
Kaotik durumlarla nasıl başa çıkılabilir? Anlık öngöremediğiniz olaylarla başa çıkmak demek bu. Peki ya öngörebilsek? Geleceği tahmin etsek yani. Çok fazla değişken var. Matematik ve tarih yeterli olur mu bunun için? Asimov’un İmparatorluk serisini okumanızı öneririm. Bunun mümkün olduğu bir gelecek tasavvur ediyor romanlarında. Ancak bu romanlar, her ne kadar bilim kurgu eserleri içinde gerçeğe en yakın senaryolar olsalar da, hala bilim kurgu kategorisindeler.
Peki ya tahmin etmeme gerek olmasaydı? Geleceği ön görmek yerine planlayabilir miyim? Bu sorular kafamda dolaşırken Kadir Has Üniversitesi Gelecek Okulu’na katıldım. Futurizm kavramı ile tanıştım. Futurizm geleceği planlamak demektir. İlgilenenler araştırabilir. Burada T tipi öğrenme ve fütürizm hakkında bilgi sahibi oldum. Ufuk Tarhan’a selam olsun. Twitter biomdaki fütürist ibaresi o zamandandır.
Hadi dedim kendi kendime birbirinden uzakta ama birbirine muhtaç bu iki dünyayı birleştirelim. Yeni bir dünya planlayalım.
Yine henüz fantastik kategorisinde anılan “Ben, KİRKE” romanında Madeline Miller şöyle yazmış:
“Bunun üzerine denizin derinliklerindeki kadim bir tanrı seslendi: Öyleyse çocuğum, başka bir dünya yap.”
Günümüz çocuklarının içine doğduğu dijital dünya benim için o zamanlar yeniydi ve başka bir dünya yaratma fırsatıydı.
Yazılımla iki dünyayı birleştirebilirdik!!!
Sahanın (yani kullanıcının) ekstra çaba göstermeden en iyi kuru fasülye yapan rota seferlerini takip edebileceği aynı zamanda plazanın da yine ek çaba göstermeden sefer çevrim sürelerini görselleştirebileceği bir yazılım mümkün müydü?
Evet.
O zamanlar sahada kullanılan nesne tabanlı olmayan bir yazılım üzerinden yapmak gerekiyordu bunu. Yazılımcı arkadaşlardan destek istiyordum. Ama gelen destek ya zamanında gelmiyor ya da yanlış kurgularla geliyordu. Yani yazılım ekibi de plazanın dünyasında yaşıyordu. O zaman fark ettim asıl köprünün yazılımcı zihinlerinde olması gerektiğini. İki mühendisliğimden biri neden yazılım mühendisliği olmasındı. Kodlamaya başladım.
Kendi operasyonum kullanmaya başladı yazılımı. Hatta tek tuş demeye başladık adına. Tek tuşla çözüyoruz işleri dedi ekip. Süper! Karlılık 20 puan arttı dedi plaza. Harika!
Başka ekipler de kullanabilirdi. Bir yalın projesi için gittiğim aynı yazılımı kullanan ve aynı işi yapan başka bir ekibe kurdum görselleştiriciyi. Ama onlar kullanmadı. Tutmadı. Neden?
Çok düşündüm nedenini. Sadece yazılımcının zihni yeterli olmuyordu demek. Kendi ekibimde olan ama orada olmayan ne olabilirdi ki?
Ancak şimdilerde cevap verebiliyorum bu soruya. Yüzlerce proje ve firma danışmanlığı sonunda.
Nedeni HEMHAL olunmaması.
Hemhal’in TDK tanımı “bütünleşmek, birliktelik özelliği göstermek” tir.
Bir yazılımcı için hemhal olmak demekse yazılacak yazılımın önce kullanıcısı olmak demektir. Şu anda yazılımcılar arasında popülerdir de bu konu. Çok yazılımcıdan duyarsınız, “kendim de kullanıcısıymışım gibi yazıyorum”.
Heyhat bu o kadar kolay değildir.
Kullanıcı gibi olabilmek için kullanıcının iş ortamına, iş akışına hatta duygu durumuna aşina olmak gerekir. Yani evden ya da kendi ofisinizden Jira’dan veya Github’dan hata raporlayarak olmaz o iş. O aradaki GİBİ kelimesinin tamamen gitmesi gerek. Yani kullanıcı gibi değil, kullanıcı olmalısınız.
Mobil uygulamaların ya da oyunların yüzdesel olarak daha başarılı olup ERP entegrasyonlarının çoğunlukla başarısız olmasının nedeni budur. Çünkü yazılımcı mobilin ve oyunun gerçekten kullanıcısıyken ERP’lerin kullanıcısı olamamaktadır.
Kendi ekibime yazdığım yazılımın kullanıcısıyken diğer ekibin dinamiklerini, iş ortamını ve bakış açılarını anlamamış ve onlara özgü çalışamamıştım. Kısaca hemhal olamamıştım.
Daha açık ifadeyle, benim ekibim için vardiyada seferleri sıraya koymakta harcanan zaman öncelikli sorun iken diğer ekibin öncelikli sorunu o yükleri hatasız takip etmekti. Çünkü sefer çevrim süreleri ve operasyon beklentileri farklıydı. Ben bunu kavramadan onlara seferleri görselleştirmiştim. Halbuki yükleri görselleştirseydim daha çok faydalanacaklardı. Hemhal olamadığım için bilemedim.
Peki hemhal olmak için ne yapmak gerekiyor?
Hemhal olmak ortamı tam anlamıyla kavramaktan geçer. Kamuoyu yoklamasıdır bir nevi.
Yazılımcı arkadaşlara sosyal bilimler öğretilmediği için kamuoyu yoklaması ve kamuoyu oluşturma, propaganda sanatı gibi konulardan uzaktırlar. Ancak yeni bir dünya inşa edecekseniz dostlarım bu disiplinlerden yardım almak zorundasınız.
“Propagandanın belli kuralları vardır. Jean Marie Domenach şöyle sıralıyor:
- Basitleştirme ve tek düşman kuralı:
Düşman belirle. Örneğin fazla hata, fazla zaman. Ve her düşmana tek modül kurgula.
- Kabaca genel ifadelerle anlatma:
Tek düşmana tek ifade. Örneğin Tek Tuş
- Tekrar kuralı:
Basit ve tekrarlı ara yüz. Her zaman aynı yerde kaydet ve başlat butonu gibi. Unutma kullanılması için eğitim gereken yazılım doğru yazılım değildir!
- Sevileni kullanma kuralı:
Blog alanı, avatar oluşturma gibi kişinin kendisini ifade edebileceği alanlar olmalı. Örneğin kullandığımız yazılımların birinde planlamacıya basınız butonu vardı 😊
- Oybirliği ve bulaşma kuralı:
Paylaşıma izin veren ortak konuşulabilen alanlar olmalı. Forumlar, sosyal medya paylaşım butonları, raporlama modülleri vb.
”
Baktım da yazı çok uzun oldu. Hemhal olmanın ilk tekniği olan propaganda sanatını Ahmet Taner Kışlalı hocamızın Siyasal Sistemler kitabından bir alıntıyla yukarıda başlattım. Diğer hemhal teknikleri, dualite (ikilik), know-how (püf noktası) gibi konuları ise sonraki yazılarıma saklayayım.
16 yıla 5 akredite meslek sığdırdım. Ama hala 2. mesleğini arayan öğrenci gibi hissediyorum.
İsmail’in şiirindeki İKİ olduğuma kanaat getirdim 😊 Tüm İKİLERE selam ederim.
Sevgilerimle,
Şenay DERELİOĞLU
4G Kampüs Kurucu Öğrenci